Sizi sizin kadar tanıyan biri; sizi düşünen, düşünmeyi öğrenmiş, sakin, uslu, efendi, oturmayı kalkmayı bilen, sevmeden edemediğiniz biri; Size sizi anlatmayı seven, sizi başkalarına anlatmayı her şeyden çok seven, sizin için çok şey yapmaya hazır biri; bazen biraz fazla konuştuğundan yakındığınız ama ne söylediğini bildiğinden hep emin olduğunuz, sizi tanıdığı kadar kendini ve hayatı da tanıyan biri; yalnızca eşinize anlatabildiğiniz sırlarınızı anlatmaktan çekinmediğiniz, bazen düşüncesine şiddetle ihtiyaç duyduğunuz biri; sabahın üçünde "ayıp olur mu" diye endişelenmeden arayabildiğiniz ve üçüne beşine bakmadan size duymanız gerekenleri söyleyen, gecenin o karanlığında kalkıp ışığı yakan, masanın başına geçen biri; kaleminiz, kağıdınız, aynanız, saatiniz, kravatınız olan bazen gölgeniz olan biri; ve bazen vicdanınız, eh, bazen de, uykusuz bıraktığınız için, vicdan azabınız olan biri...
Hayatınızda böyle biri... Var mı? 

Varsa, kıymetini bilin. Haftanın kaç günü kafanıza -tokadan başka- hiçbir şey takmıyor ve keyfinizce yaşıyorsunuz? Hiç diyenler... Kaybetti! İki gün diyenler... Yaklaştı! Ama "Cumartesi ve Pazar" diyenler. Bilemedi! Gerçekten böyle iki gün var! Bir tanesinin adı: Dün! Hatalar, acılar, yanlış anlamalar. Oysa onlar geçti gitti, geçmişte kaldı, zamanı geriye döndürmeye imkan yok! Dünyanın bütün parasını yan yana getirin, bir dakika önceye dönemezsiniz. Yaptığınız hiçbir hareketi aynen geri alamazsınız. Ettiğiniz hiçbir lafı silemezsiniz. Dün dündü, bitti ! Kafanıza takmayacağınız ikinci günün adı: Yarın! Yarını bugünden kontrol altına almazsınız. Yarın güneş doğacak elbette? Ama pırıl pırıl mı doğar, Bulutların arasında mı çıkar, bugünden bilemezsiniz. Geriye tek bir gün kalıyor. Bugün! Bir gün hayatla mücadele edecek güç, hepimizde var. Güç ne zaman tükeniyor? Dünü ve yarını işin içine kattığınızda! 

Günü yaşayın! 






Gülmek "SAFTIR" denme riskini göze almaktır.
Ağlamak ise "DUYGUSAL" görünme riskini...
Birine yakınlaşmak "KENDİNİ KAPTIRMA" riskini göze almaktır.
Sevdiğini söylemek "SEVİLENİ YİTİRME" riskini...
Duygularını açmak "KENDİNİ ORTAYA KOYMA" riskini göze almaktır.
Düşüncelerini söylemek ise "DOKUZ KÖYDEN KOVULMA" riskini...
Umutlanmak "HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMA" riskini göze almaktır.
Sevmek ise "KARŞILIK GÖREMEME" riskini...
Ama riskler alınmalıdır, çünkü hayatımızın en büyük riski hiç risk almamaktır. 
Çünkü Yaşamak "ÖLME" riskini göze almaktır.

 

Sevilmeli insan, hem de bütün kusurlarıyla sevilmeli. Zaten onu güzelleştiren birazda kusurları değil mi?. Neye yarardı insanların tam mükemmel olduğu bir dünya. Sıkıntısı çekilir miydi onun, hiç kötülüklerin bilinmediği yerde iyilikler nasıl bilinirki. 
Kusur olmayan, çirkinlik bulunmayan bir ortamda mükemmelin ve güzelin ne kıymeti olur ki Zıtların bayramı değil mi burası? Ve zıtların çocuğu değil mi insan? Sevgi bağları ile sımsıkı bağlamalıyız kendimizi insana kusurları şefkat perdesi ile örtmeliyiz daima. Kusurlu insana şefkat beslemeliyiz, acımalıyız, sevgi örtümüzle kuşatmalıyız onun her yanını, kusurları ile baş başa bırakmamalıyız onu. 
Başka meziyet aramaya gerek yok sevmek için insanı, insan olması bize yeter. Her şey sevilmeli yaratık olduğu için her şey, Yaradan dan ötürü sevilmeli. Zaten Allah her şeyi sevgiden , sevdiğinden yaratmadı mı? Ferde hürmetin bittiği yerde topluma hürmette bitmiştir. Bir insan öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir...
Yaptığı kötülükler birden siliniverir gösterdiği hürmet adına. O köpek bile olsa kabul görür, iltifat görür bu davranış. İyiliklerden hiçbirini, velev çok küçük de olsa küçük görmek doğru 
değildir asla. Severler inanırlar birbirlerini, sevmeliler birbirlerini. Bağlanmalılar ayni vücudun azaları gibi birbirlerine. Birinin derdi hepimizin olmalı, sevinçler yansımalı birbirinin sevinciyle hepsinin içine .
Temizler temizlere yanaşır, pisler pislere yanaşır, herkes kendisi gibi olanla kaynaşır daima. Bu cazibe bir araya getirir kardeş yapar insanları Sevgi delil ister elbet, sevdiğinden bitip tükenmeyi gerektirir. Onun için belası çoktur sevgi yolunun. Onları aşmadan sevgiye ulaşmak imkansızdır. Sevgilinin kim olduğuna bağlı yolun zorluğu. O’ nu sevmek ayrı bir paye; fakat onun tarafından sevilmek daha başka bir mazhariyet. Ama ölçü şu; Sen onu ne kadar seviyorsan, Ondan o kadar karşılık görürsün. O’ nun senin kalbindeki yeri ne kadarsa, sende onun katında o kadar yere sahipsin. Evrenselleştirmek istiyoruz biz sevgiyi. Sevgi atmosferi sarsın bütün ülkeleri. İnsanların içi sevgiyle dolsun birbirlerine. O zaman güzel düşünenin güzel gördüğünü göreceğiz biz de. Lezzet alacağız yaşadığımız hayattan. Kusur görmeyecek o zaman gözlerimiz. boşlukları bakışlarımız dolduracak sürekli. Şeytan hissesinin ne kadar büyük olduğunu anlayacağız işlenen kötülüklerde, günahlarda. Hisse hisse pay edeceğiz islenen suçları. Nefis, şeytan, Zaaf, Toplum, Aile, Çevre suçluları arasında çok az bir hisse kalacak o zaman suçluya. Affedilebilir olduğunu göreceğiz o küçük hissenin. 
Affedeceğiz o zaman canımıza kast edenleri bile. Can vereceğiz onlara sevgimizle
Unutma insanlar sevgilisiz yaşayabilirler ama sevgisiz asla. Sevginin olduğu her yerde güzellik, hoşgörü ve mutluluk vardır

Eskiden kasım aylarını severdim,
Düşen her yaprak sanki geçen ömrü hatırlatırlatırdı bize,
Yeniden doğmak için her öldüğünde doğa;
Biz yeniden doğardık,yeniden başlardık beraber yaşamaya…. Eskiden kasım aylarını severdim,
Her dönüşünde sarı kahverengiye,
ben kahvelere boyanırdım hatırlatsın diye kasımı…
Ben kasımı bir ayrı severdim,
Gelişinin müjdecisiydi kasım;
Karanlık gecen,hatta puslu geçen 
her yaz akşamında ben kasımı özlerdim… 
Bilirdimki sen kasımda,her kasımda yeniden döneceksin....
Ben kasımı ayrı severdim,
Bak kasım oldu yine,ama bu sefer dönmedin sen …
Bak kasım oldu yine ama biz doğaya nispet yeniden başlamadık… 
Bak kasım oldu yine ,ama ben bu sefer karalara 
boyandım ben …. 



Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı,yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı. Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki. Iki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumaıi koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı; anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar.Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir TEBESSUM ün sonucuydu. 

 

ÖLÜMSÜZ BİR AŞK HİKAYESİ - HERO İLE LEANDROS
Şu her gün karşımızda gördüğümüz Boğaziçi'nin güzelliğini müjdeleyen Kızkulesi var ya, bir zamanlar bu kulede bir kız yaşarmış derler, ona aşık bir delikanlı her gece Galata'dan kuleye yüzer, sevgilisine kavuşurmuş. Bir gece fırtına çıkmış, deniz delikanlıyı alıp götürmüş, ölü gövdesini ertesi sabah kulenin dibine atmış.
Bu masal Kızkulesi için anlatılır, oysa, Hero ile Leandros'un efsanesi aslında Boğaziçi'nde değil, Çanakkale Boğazında geçer. Ama masal bu, sahnesi nerede olursa olsun, bir hayal, birde hakikat payı taşır.
İstanbul limanının süsü bugün de dimdik ayakta duran sevimli Kızkulesi bu masalı kendine yakıştırmış ya, doğru veya yanlış, varsın sahibi o olsun bundan böyle.
Bir varmış, bir yokmuş, Çanakkale Boğazının en dar olduğu yerde biri Sestos, öbürü Abydos diye iki şehir varmış. Abydos, Anadolu topraklarında, Sestos da karşıda Trakya kıyısındaymış. Boğazın en dar geçidi, Naraburnu yıllar yılı kahramanlık destanlarına sahne olmuş gerçi, ama insanlığın kara günlerini dile getiren bu olaylar, dalgalarının bir aşk faciasına sebep olduğunu unutturmuştur bize.
Abydos'ta adı Leandros olan bir kral oğlu yaşarmış, Sestos'ta adı Hero olan aşk tanrıçası Aphrodite'nin bir rahibesi varmış. Hero ile Leandros gönül vermiş birbirlerine. Neden vermişler, nasıl vermişler ? Masal açıklamıyor bunları. Sevgililer birbirlerini niçin sevdiklerini, sevgi kıvılcımlarının yüreklerinde ne zaman çaktığını bilirler mi ? Biz diyelim ki, bir bahar günü Sestos'ta bayram yapılmış, Aphrodite'nin çok genç ölen sevgilisi Adonis'in şerefine bir bayrammış bu. Adonis, veya Temmuz (temmuz adının adı oradan gelir) ağaç kabuğundan doğmuş, çiçek gibi körpe, canlı bir çocukmuş. Aphrodite onu görür görmez, güzelliğine vurulmuş, çocuğu yer altı tanrıçası Persophone'ye vermiş, büyütsün diye. Ne var ki, karanlık ülkenin tanrıçası da çocuğa tutulmuş. Aphrodite'ye geri vermek istememiş. Tanrıların babası Zeus kızlarının arasını bulmak için Adonis yılın üçte birini yeryüzünde Aphrodite ile, üçte birini yeraltında Persephone ile, geri kalanını da kendi nerede dilerse orada geçirecek diye kesip atmış. Ama Adonis yılın sekiz ayını Aphrodite'nin yanında geçiriyor, yalnız dört ay iniyormuş karanlık ülkeye, Persephone kıskançlığından bir yaban domuzu salmış ormanlara, hayvan Adonis'i avlanırken yaralamış, öldürmüş. Can çekişen sevgilisinin yanına koşarken Aphrodite'nin ayağına bir gül dikeni batmış. O güne kadar beyaz olan gül, tanrıçanın kanıyla al renge boyanmış.
Tanrıça, Adonis'in gövdesinde ne kadar kan damlası varsa, o kadar gözyaşı dökmüş, toprağa dökülen her damla kandan bir lale, her damla yaştan bir kırmızı gül fışkırmış. Bundan böyle bahar bayramında kadınlar, " Ah Adonis! Vah Adonis!"diye bağırıp dövünürler, tören yaparlarmış.
Leandros, Hero'yu bu törenlerin birinde tepeden tırnağa kırmızı güllerle donanmış olarak görmüş belki. Çiçeklerin kadife kırmızısı, kızın sütbeyaz güzelliğini daha da belirtiyordu. Abydos'lu kral oğlu Sestos'lu, rahibeye ne pahasına olursa olsun kavuşmak istedi. Ne yapsın ki, Hero rahibeydi, Bir erkeğe varamazdı, rahibe kaldıkça kızlığını korumalıydı. İki sevgili bakışlarıyla mı anlaştılar, yoksa mektuplaştılar mı, efsane bunu anlatmıyor, ne varki, Leandros Anadolu kıyısından Sestos'a geçmek için yanıp tutuşuyordu. Bir gece dalgalara bakarken, Sestos'taki kulenin tepesinde bir ateşin yandığını gördü. Hero kuleye çıkmış, sevgilisine, "Gel, gel!" diye bir meşale sallıyordu.
Deniz durgundu, ay suda hafifçe dalgalanan ışıltılarıyla Leandros'a bir yol çiziyor gibiydi.
Leandros dayanıklı bir yüzücüydü. Karşı kıyıda Hero'ya varan ışık yolu ise kısa görünüyordu
Dalgacıklar, "Gel, biz seni götürürüz" der gibi fış fış ediyor, kuledeki meşale çağırıyordu.Leandros suya daldı, var gücüyle yüzdü. Boğazın serin akıntıları yanan gönlünün ateşini dindireceğine, sevgiyle hızlanan gövdesine arttıkça artan bir güç katıyordu. Hero'nun elinde sallanan meşale gittikçe yakınlaşıyordu. Adonis bayramında gördüğü pembe beyaz kız şimdi gümüş ve altın rengi ışıltılar saçıyordu. Bir kulaç, bir kulaç daha, ona kavuşacak, ince gövdesini kolarında saracak, dudaklarını dudaklarına alıp sevgisinin yumuşaklığını tadacaktı.
Leandros artık yüzmüyor, su fırtınası arasında uçuyordu. Son bir kulaçla karaya ayak bastı, soluk bile almadan kumsaldan yukarı koştu. Kulenin kapısı açıktı, içeriye daldı, merdivenleri tırmandı. İlk defa birbirine sarılacak bir kadınla bir erkek nasıl bir an duraklar, karşılarına çıkan mutluluğa nasıl şaşkınlıkla inanmadan bakarlarsa, Hero ile Leandros da öyle durakladılar, bakıştılar. Meşale söndü, Sestos kulesi kapkara bir taş yığını gibi yükseldi gene ay ışığında. Bir gece, bir gece daha, her gece Leandros kulede sallanan meşaleye doğru yüzüyor, her gece Hero'ya kavuşuyor ve her sabah doymadan, yaz gecelerinin kısalığına üzülerek dönüş yolunu tutuyordu. Yaz geçmiş, boğazda dondurucu poyrazlar esmeye başlamıştı. Ne var ki, Sestos kulesinde meşalenin yandığını gördü mü, ne rüzgar, ne dalga, ne soğuk durdurabiliyordu Leandros'u. Denize dalar dalmaz en yüksek dalgaları yara yara yüzüyor, yorgunluğunu duymadan varıyordu karşı yakaya. Hero korkmaya başlamıştı, denizden çıkan sevgilisinin buz gibi bedenini sararken bir tehlike sezinleyerek ürperiyordu. Hızla esen bora meşalesini söndürecek gibi oluyordu bazı geceler. Yine de gelme diyemiyordu Leandros'a. Öpüşmemek, kavuşmamak, biri boğazın bir kıyısında, öbürü öbür kıyısında bütün bir gece ayrı kalmak akla sığmayan, olmayacak bir şeydi.
Bir gece fırtına daha sert esti, Hero'nun elindeki meşaleyi söndürdü, dağ gibi yükselen dalgalar Leandros'un çırpınan gövdesini döve döve Sestos'tan çok ötelere sürdüler. Delikanlı bütün gücüyle karşı koymaya çalıştı, ama kulenin tepesindeki ışığı görmüyordu ki, nereye doğru yüzeceğini bilsin. Yol gösteren ay ışığını kara bulutlar kaplamıştı. Leandros'un yüreğindeki ateş yanıyordu daha, ama kollarının, bacaklarının gücü tükenmişti. Buz gibi bir donukluk sarıyordu bedenini. Ne olduğunu bilmeden bıraktı kendini denize. Sabah karşı dalga ölüsünü attı Sestos kıyılarına. Kurşun gibi bir sabahtı. Hero sönen meşalesini yine yakmış, bitkin ellerinde tutuyordu. Kıyıya çarpan ölüyü görünce, ona ölümde olsun kavuşmak için kendini denize attı. (*)